Yelkenli Deneyimi
Akademisyenlerin oluşturduğu camiada teorikçiler ile pratikçiler vardır. Mesela teorik fizikçiler tek bir deney yapmadan evrenin sırlarını düşünceyle anlamaya çalışırlar. Stephen William Hawking mesela sadece 3 parmağıyla evrenin sırrını özetlemiştir.
Benim yelkencilik tutkum da böyle bir şey. Bir yelkenliye adım atmadan yelkencilik konusunda her türlü kitabı ve seyahat hikayelerini okuyan nadir insanlardan birisiyimdir. Yelken ve denizcilik tutkusu bana büyük heyecan veriyor ama bunu gerçekleştirecek imkan bir türlü denk gelmedi. Önümüzdeki süreçte de denk geleceğini pek düşünüyorum. Bunda tembelliğimin de biraz payı vardır. Sanırım hayatımı hep "teorik yelkenci" olarak sürdüreceğim.
Az da olsa bir yelkenli deneyimini yaşamamı ve gerçek yelkenliye adım atmamı sevgili arkadaşım Bora sağladı. Geçen sene olduğu gibi bu sene de Manal Koyu içersinde uzun bir tur attık. Bora kaptan bana öndeki flok yelkeni rüzgara göre değiştirme görevi verdi. Görevi yerine tam getirmemenin cezası açık: Kafaya sağlam bir bumba yeme riski var. Bir kaç defa bocalasam da şükür kafaya bumba yemedik.
Ben ön flokla ilgili yönlendirmeyi kaptanın emirlerine uygun olarak yaparken kaptan'da bir eliyle dümen kollayıp diğer eliyle de ana yelkenin açısını kontrol ediyordu. Bunları yaparken de bir de aşağıdaki video'yu çekti.
Pratik yelkenciliğe gelince bu iş benim tahminimden daha karışıkmış. Öncelikle en önemli faktör olan rüzgarı iyi okuyup hemen yelkenlerin durumunu ayarlamak gerekiyor. Bu özellikle tekne 45 dereceye yakın yatınca çok korkutucuymuş gibi geliyor. İnsan teknenin kolaylıkla devireceği hissine kapılıyor nedense
Yelken seyrinin yanında tekneyi yanaştırma da aynı bir hüner gerekiyor. Bora'nın teknesinde motor olmadığından rüzgarı buna göre ayarlayıp doğru bir açıyla yanaşması lazım. Bizim yanaştığımız yerde denize girenlerinde olduğunu düşünürsek bu gerçekten zor bir iş. Acemi şoförün arabasında kendini tedirgin hissetme psikolojini ben yelkenlide hiç hissetmedim. Bu da Bora kaptanın bu işi çok güvenle ve başarıyla yaptığının bir göstergesi bence.
Kullandığımız yelkenli ile ilgili de Bora'dan öğrendiğim ve okuduğum kadarıyla bilgi vereyim. İsmi "wayfarer" olarak geçiyor. yaklaşık 4.5 m boyunda ve 130 kg civarında ağırlığında fiber glass bir tekne. İlk olarak Ian Procter tarafından yarış teknelerinin konforsuzluğuna karşı geniş, güvenli ve sağlam aile günlük gezi teknesi olarak 1957 yılında tasarlanmış. Tasarım çok tutmuş ki ilk çıkan ahşap modelinden sonra bir çok varyasyonları ve modelleri üretilmiş. İlk çıktığımda genişliği benim de dikkatimi çekmişti. Wayfarer'ler günübirlik gezi teknesi ama zaman içinde uzun seyahatlara da çıkan olmuş. Frank Dye adlı denizci İskoçya'dan İzlanda'ya seyahat etmiş. Ocean Crossing Wayfarer: To Iceland and Norway in a 16ft Open Dinghy diye bir kitap bile yazmışlar.
Yelkencilik gerçekten inanılmaz bir deneyim. Rüzgarla birlikte suyun üzerinde kayarak girmek insana uçuyormuş hissini veriyor. Bora'dan biraz daha pratik yelkencilik kapmayı planlıyorum.
Yelkenin en zevkli anı; yatan yelkenliyi dengelemek. Vücut ağırlığı da kullanılıyor. |
Benim yelkencilik tutkum da böyle bir şey. Bir yelkenliye adım atmadan yelkencilik konusunda her türlü kitabı ve seyahat hikayelerini okuyan nadir insanlardan birisiyimdir. Yelken ve denizcilik tutkusu bana büyük heyecan veriyor ama bunu gerçekleştirecek imkan bir türlü denk gelmedi. Önümüzdeki süreçte de denk geleceğini pek düşünüyorum. Bunda tembelliğimin de biraz payı vardır. Sanırım hayatımı hep "teorik yelkenci" olarak sürdüreceğim.
Bora Kaptan ve ben |
Az da olsa bir yelkenli deneyimini yaşamamı ve gerçek yelkenliye adım atmamı sevgili arkadaşım Bora sağladı. Geçen sene olduğu gibi bu sene de Manal Koyu içersinde uzun bir tur attık. Bora kaptan bana öndeki flok yelkeni rüzgara göre değiştirme görevi verdi. Görevi yerine tam getirmemenin cezası açık: Kafaya sağlam bir bumba yeme riski var. Bir kaç defa bocalasam da şükür kafaya bumba yemedik.
Öz güvenin fotoğrafı |
Ben ön flokla ilgili yönlendirmeyi kaptanın emirlerine uygun olarak yaparken kaptan'da bir eliyle dümen kollayıp diğer eliyle de ana yelkenin açısını kontrol ediyordu. Bunları yaparken de bir de aşağıdaki video'yu çekti.
Pratik yelkenciliğe gelince bu iş benim tahminimden daha karışıkmış. Öncelikle en önemli faktör olan rüzgarı iyi okuyup hemen yelkenlerin durumunu ayarlamak gerekiyor. Bu özellikle tekne 45 dereceye yakın yatınca çok korkutucuymuş gibi geliyor. İnsan teknenin kolaylıkla devireceği hissine kapılıyor nedense
Yelken seyrinin yanında tekneyi yanaştırma da aynı bir hüner gerekiyor. Bora'nın teknesinde motor olmadığından rüzgarı buna göre ayarlayıp doğru bir açıyla yanaşması lazım. Bizim yanaştığımız yerde denize girenlerinde olduğunu düşünürsek bu gerçekten zor bir iş. Acemi şoförün arabasında kendini tedirgin hissetme psikolojini ben yelkenlide hiç hissetmedim. Bu da Bora kaptanın bu işi çok güvenle ve başarıyla yaptığının bir göstergesi bence.
Kullandığımız yelkenli ile ilgili de Bora'dan öğrendiğim ve okuduğum kadarıyla bilgi vereyim. İsmi "wayfarer" olarak geçiyor. yaklaşık 4.5 m boyunda ve 130 kg civarında ağırlığında fiber glass bir tekne. İlk olarak Ian Procter tarafından yarış teknelerinin konforsuzluğuna karşı geniş, güvenli ve sağlam aile günlük gezi teknesi olarak 1957 yılında tasarlanmış. Tasarım çok tutmuş ki ilk çıkan ahşap modelinden sonra bir çok varyasyonları ve modelleri üretilmiş. İlk çıktığımda genişliği benim de dikkatimi çekmişti. Wayfarer'ler günübirlik gezi teknesi ama zaman içinde uzun seyahatlara da çıkan olmuş. Frank Dye adlı denizci İskoçya'dan İzlanda'ya seyahat etmiş. Ocean Crossing Wayfarer: To Iceland and Norway in a 16ft Open Dinghy diye bir kitap bile yazmışlar.
Yelkencilik gerçekten inanılmaz bir deneyim. Rüzgarla birlikte suyun üzerinde kayarak girmek insana uçuyormuş hissini veriyor. Bora'dan biraz daha pratik yelkencilik kapmayı planlıyorum.
bir yılda 4 yazı
YanıtlaSilseyrek yazmakta beni bile geçtin
shame on you :)
İlgiyle birlikte yazılar http://www.ikiziz.biz 'e kaydı. Bir imla hatası stresi de var biraz üzerimde.
YanıtlaSil